Makale
ÖNEMİNİ TEKRAR KEŞFETTİĞİMİZ AŞI, AŞILAMA VE AŞI TARİHÇESİ
16 Kasım 2020, Pt
Aşıların ne kadar önemli olduğunu çok iyi biliyor olsak da COVID-19 pandemisiyle beraber bir kez daha hatırladık.
Aşılama neden çok önemli?
Aşı, bireyin sağlık hakkının temel bir bileşeni olup koruyucu hekimliğin en başarılı önlemlerinden biridir. Tüm dünyada aşı ile önlenebilir hastalıklar rutin aşı programları ile büyük ölçüde azaltılmış olup aşılama yoluyla her yıl yaklaşık 2-3 milyon ölüm önlenmektedir.
Ben de 1961 Sarıkamış doğumluyum ve Kars İli’nde doğduğum yıllar Çocuk Felci (Polio) aşısı ulaşmadığı için çocuk felcine yakalandım. Allah’tan bu hastalık benim hayatımda çok büyük engeller çıkarmadı. Zamanımızda aşılama yoluyla bu hastalığı yok etme hedefine ulaşıldı, ama aşılanmayan göçmenler ve dini nedenlerden oluşan aşı karşıtlığı nedeniyle bu hastalığın tekrar baş kaldırmasından korkulmaktadır.
Bağışıklama hizmetlerinde temel amaç; toplumda, özellikle bebek ve çocuklarda aşı ile önlenebilir hastalıkların ortaya çıkışını engellemek ve bu hastalıklardan kaynaklanan ölümlerin önüne geçmektir. Sağlıkla ilgili kazanımlarının yanı sıra ekonomik ve sosyal kazanımlar da aşılama programlarının başarısı olarak değerlendirilmelidir.
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) bağışıklama hizmetlerini, aşıyla önlenebilir hastalıkların ve buna bağlı ölümlerin önlenmesi açısından en önemli ve en bütçeli toplum sağlığı müdahaleleri arasında kabul etmektedir.
Aşılama çalışmalarının en temel kavramı toplum bağışıklığıdır. Bulaşıcı hastalıklara karşı toplumun kritik bir oranının aşılanması durumunda salgın çıkması olasılığı azaldığı için toplumun tüm üyeleri de korunmaktadır. Toplum bağışıklığı eşikleri yüzde 80-95 arasında değişmektedir. Dolayısıyla toplum düzeyinde aşı ile önlenebilir hastalıkların kontrolü için yüksek aşılanma oranlarına ulaşmak gerekir.
Dünya aşı ile ne zaman tanıştı?
Dünyada aşılamanın tarihçesi Çiçek Hastalığı ile birlikte başlar. Aşılamayı ilk kullanan toplum Çinlilerdir. Kayıtlara göre Çinliler 15. yüzyılda variolasyon denen bir teknikle çiçek aşısını kullandılar. Bu aşılama tekniklerinden bazıları; çiçek hastalığı geçiren bir kişinin derisindeki lezyon ya da yara kabuğu, bir pamuğa değdirilmekte ve bu pamuk daha sonra sağlam bir insanın burnuna değdirilerek aşılama yapılmaktaydı. Başka bir yöntemde ise; hastalıktan iyileşmiş bir insanın kıyafetleri sağlam bir insana giydirilip onun aşılanması sağlanıyordu. Bu şekilde aşılanan kişi yaklaşık bir hafta içinde ateşleniyor ve hafif bir hastalık geçirip çiçeğe karşı bağışık hale geliyordu. Çinliler bu uygulamayla binlerce hayatı kurtardılar.
Ticaret yapan tüccarlarla bu yöntem İstanbul’a kadar geldi. O yıllarda İstanbul’da bu teknik, gönüllü olanlara uygulanıyordu. Bu dönemde çiçek hastalığı Avrupa’da pek çok epidemiye neden oldu, ancak o yıllarda Batı devletleri henüz bu uygulamayı bilmiyordu.
İngiliz kraliyet hekimleri bu uygulamanın saçma olduğunu ve böyle bir yönteme izin verilmeyeceğini söyleyerek bu yöntemin önünü kestiler. Bir süre daha variolasyon İngiltere’ye giremedi. Ancak bu olaydan kısa bir süre sonra Britanya’nın Osmanlı Büyükelçisi Edward Wortley Montagu’nun karısı Lady Montagu, varilasyonun tüm özelliklerini gözlemledi. Üstelik Lady Montagu kendisi de çiçeğe bağlı izleri olduğundan hastalığa karşı çok duyarlıydı. Osmanlı’da varialasyonu kendi gözleriyle gördüğünde önce çok şaşırdı. Ancak bu işlemin yapıldığı çocukların hasta olmadığını gördüğünde derhal kendi çocuklarına aşı yaptırdı. Çocuklarının çiçeğe karşı bağışık olduğunu gördüğünde bunu kendi ülkesine bildirme heyecanıyla ünlü mektuplarını yazmaya başladı. Bütün bu uygulamaların detaylarını mektuplara yazıp İngiltere’ye bildirdi. İşte bu mektuplardan sonra varialasyon İngiltere’de yayılmaya başladı.
Daha sonra İngiltere’de Edward Jenner adlı bilim insanı çiçek aşılamasında daha farklı bilimsel bir yöntem geliştirdi. 1796 yılında kendi adıyla anılacak olan “Jenner metodunu” tanımlaması aşılama tarihindeki önemli dönüm noktalarından biri oldu. İneklerin çiçek hastalığını insana geçirebildiğini ve ineklerden alınan çiçekle hiçbir zaman gerçek çiçek hastalığına yakalanılmayacağını gösterdi. 1796’da yedi yaşındaki bir çocuğa, inek çiçeğinden elde ettiği materyalleri aşıladı ve çocuğun gerçek anlamda hasta olmadığını küçük ölçekli kırgınlık dışında hastalık gelişmediğini gösterdi. Bu deneyin yayınlanmasından kısa süre sonra İngiltere’de binlerce çocuk Jenner’ın aşısıyla aşılandı.
Nihayet, DSÖ tarafından, 1977’de Somali’deki son çiçek olgusu ve bunun ardından çiçeğin tüm dünyadan eradike edildiği raporlandı. Bu başarı, insanlığın bulaşıcı bir hastalığa karşı kazandığı en büyük zaferlerden biriydi.
Aşılamada önemli adımlardan biri de tüberküloz aşısı, yani BCG aşısıdır. Bu aşıyı geliştiren Albert Calmette ve Camille Guérin isimli iki Fransız araştırmacıdır. Bovin (sığır) tipi tüberküloz basillerini (Mycobacterium bovis), 13 senelik bir süre içerisinde safralı ve gliserinli patates üzerinde 230 defa kültürden kültüre aktardılar. Sonra bu basillerin insanlarda tüberküloz hastalığı yapmadığı, fakat tüberküloz basiline karşı bağışıklık oluşturduğunu gösterdiler. Bu şekilde virülansı azaltılmış canlı, ama hastalık yapmayan basile keşfi yapan araştırmacıların soy isimlerinin baş harfleri alınarak kısaca BCG (Bacillus Calmette Guerin) ismi verildi.
Aşı tarihçesinden bahsederken özellikle Dr. Jonas Salk’tan da bahsetmek gerekir. Dr. Salk tıp fakültesini bitirdikten sonra virüs araştırma programına girdi. ABD’de bulunan Pittsburgh Üniversitesi’nde virüs araştırma laboratuvarında Çocuk Felci (Polio) üzerine çalışmaya başladı. Araştırmaları sırasında ilk kez maymun böbreğinde çocuk felci virüslerini üretmeyi başardı. 1952 yılında Amerika tarihinde görülen en korkutucu çocuk felci salgını yaşanıyordu. O yıllarda yaklaşık 50 bin çocuk felci vakası görüldü. Salk, salgından iki yıl geçtikten sonra formaldehitle öldürülmüş virüsten aşıyı elde etti. Bu aşıya inaktif polio aşısı ismi verildi. Salk, bu aşıya o kadar inanıyordu ki aşıyı ilk olarak, basının önünde karısı ve üç çocuğuna yaptı ve aşının çocuk felcine karşı etkili olduğunu ispat etti. 1957’de aşının genel kullanıma girme etkisiyle bir yılda görülen çocuk felci hasta sayısı 5000’e düştü. Bu olayda ilginç bir nokta da Dr. Salk’ın bulduğu çocuk felci aşısına patent çıkarmamasıdır. Eğer patent çıkarsaydı yedi milyar dolar kazanabilirdi. O ise bunun yerine ücretsiz aşının yaygın kullanılmasıyla insanları kurtarmayı seçti. Bu seçimiyle Dr. Salk, ülke çapında kahraman ilan edildi.
Ülkemizin aşı ile tanışması ve Türkiye’de aşı üretimi
1721 yılında İngiltere’nin Türkiye Büyükelçisinin eşi Lady Mary Montagu’nun Edirne’den ülkesine yazdığı mektupta, “Şark Mektupları”, buradaki insanların çiçek hastalığına karşı “aşı denilen bir şey” (varialasyon metodu) yaptığını ve bunun çiçek hastalığından koruduğu belgelenmiştir.
Osmanlı Devleti aşılamaya ve toplum sağlığına büyük önem vermiştir. İstanbul’da 1801 yılında “Jenner metoduna” göre çiçek aşısı üretimi gerçekleştirilmiştir. Konuyla ilgili basit bir örnek vermek gerekirse aşılamayla ilgili bir kanun çıkarılmış ve buna “Çiçek Nizamnamesi” adı verilmiştir. Kanuna göre aşı yapılmayanlar askeri okullara kabul edilmemektedir. 1915 tarihli nizamname ile herkese altı aylıkken, 7 yaşında ve 19 yaşında olmak üzere üç defa aşılama mecburiyeti getirilmiştir.
Osmanlı Devleti aşı üretimine de büyük önem verirdi. Öyle ki o yıllarda aşı üretme tekniğinin İstanbul’da olması için harcanan çaba dikkate değerdir. Fransa’da 1885 yılı Temmuz ayında, Louis Pasteur tarafından kuduz aşısının keşfedilip uygulanması, insanlığın tarihinde üretilen ikinci aşı olarak görülmektedir.
Pasteur, aşı üretme çalışmalarını sürdürebilmek için birçok devlet başkanından maddi yardım istedi. Bu amaçla çeşitli devlet başkanlarına araştırmalarına sponsorluk isteğini dile getiren mektuplar yazdı. Bu mektuplardan birisi de II. Abdülhamid’e ulaştı. Padişah, aşı üretme çalışmalarını İstanbul’da yapılması koşuluyla yardım edeceğini bildirdi.
Pasteur ülkesinden ayrılmayı kabul etmedi. Bunun üzerine Pasteur’e 10.000 altın ve mecidiye nişanı verilip Osmanlı Devleti’nden üç kişinin (Alexander Zoeros Paşa, Dr. Hüseyin Remzi ve Veteriner Hüseyin Hüsnü Bey) Pastör’ün yanında eğitim alması istendi. Pastör bu öneriyi kabul etti. Eğitim alan bu hekimler 1887 yılında memlekete dönerek kuduz tedavi merkezini kurdular. Bu merkez o dönemde dünyanın en önemli kuduz merkezlerinden biri haline geldi. Burada sadece kuduz aşısı değil ayrıca difteri serumu da üretildi (Resim 2-7). Bir aşı üretim ve araştırma enstitüsü olarak, “Telkihhane” 1892 Temmuz ayında, Dr. Hüseyin Remzi Bey idaresinde, İstanbul’da, Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye-i Şâhane bahçesindeki bir binada faaliyete geçti.
1892 yılında Emil von Behring tarafından “difteri serumu“ keşfedilir. Bu sebeple Behring’e Sultan Abdülhamid Han tarafından birinci dereceden Mecidiye nişanı verilmiştir. Kısa süre sonra da difteri serumu, ülkemizde 1896 yılında Veteriner Mustafa Adil tarafından “Bakteriyolojihane”de üretilmeye başlanır. 1897 yılında dünyada ilk olarak sığır vebası serumu yine Mustafa Adil tarafından üretilir. 1903 yılında da kızıl serumu üretilir.
Ülkemiz tarihinde tifüsün de dramatik bir önemi vardır. Tifüs salgınının tehdidi altında olan 3. Ordu’nun katıldığı Sarıkamış Harekâtı sırasında tifüs salgını yaşandı ve askerler, hekimler ve hastane görevlileri de tifüse yakalandılar.
1928 yılında kaydedilen en önemli gelişmelerden biri, 1267 sayılı yasa ile Ankara'da Merkez Hıfzısıhha Enstitüsü'nün kurulması ve bakteriyolojihane ile kimyahanenin bu çatı altında birleştirilmeleridir.
Ülkemizde ilk verem aşısı 1927 yılında üretilmiştir. 1934 yılında Telkihhane (Çiçek Aşısı Üretim Merkezi) ve İstanbul'daki Kuduz Enstitüsü de kapatılmış ve aşı-serum üretimi tek merkezde toplanmıştır. Bu dönem, aşı ve serum üretiminin kamusal bir görev ve sorumluluk olarak algılandığı bir dönemdir. 1930-40'lar aşı serum üretiminin hızla arttığı yıllardır. Milyonlarca doz toksoid difteri ve tetanoz aşıları, Semple tipi kuduz aşısı, çiçek aşısı, kuduz serumu, pnömokok aşısı üretilmekte, dünyadaki gelişmeler yakından izlenmekte ve yerli yabancı ilaç kontrolleri yapılmaktadır. 1940'lı yıllarda tifo, Cox tipi tifüs, tifo-tifüs karma, tifo-difteri karma, intradermal BCG, veba-kolera karma, veba-kolera-tifüs karma, difteri-tetanoz karma, boğmaca-difteri karma, influenza tifo-difteri-tetanoz karma aşıları üretilmiştir. Aşı ve serum üretimiyle ilgili alt birimler Dünya Sağlık Örgütü tarafından uluslararası standartlara uygun oldukları yönünde belgelenmektedir. 1950 yılında Ulusal İnfluenza Merkezi ve BCG Laboratuvarı Dünya Sağlık Örgütü tarafından tescil edilmiştir. Bu yıllarda difteri-boğmaca-tetanoz aşısı üretilmiş ve kuduzla ilgili çalışmaları nedeniyle Dr. Zekai Muammer Tunçman'a Fransız hükümeti tarafından 1959 yılında Légion d'honneur nişanı verilmiştir.
1965'te kuru çiçek aşısı üretilmiş ve ülkemiz, 1960-70'li yıllarda kendine yetecek düzeyde bakteri aşılarını üretir duruma gelmiştir. 1968 yılında Serum Çiftliği kurulmuştur. Burada; tetanoz, gazlı gangren ve difteri antitoksik, kuduz antiviral, şarbon antibakteriyel, akrep antivenom serumları üretilmiştir. Hastalıkların ortadan kalkması nedeniyle 1971 yılında tifüs ve 1980 yılında çiçek aşılarının üretimine son verilmiştir.
1995 yılında, tetanoz aşısının fermantasyon teknolojisi ile üretilmesi amacıyla modernizasyon çalışmaları başlatıldı. Eski metotla üretime son verildi. 1996 yılında hem tetanoz aşısı hem de semple tip kuduz aşısı üretimi son buldu. 1999 yılında fermantasyonla tetanoz aşısı üretilmesine rağmen hiç kullanıma sunulmadı.
Kasım 2011’de Refik Saydam Hıfzısıhha Enstitüsü Aşı Serum Üretimi Merkezi kapatılmıştır. Refik Saydam Hıfzısıhha Enstitüsü görev ve yetkileri yeni kurulan Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü’ne devredilmiştir. Biyoteknolojideki gelişmelerin izlenmemesi, Refik Saydam Hıfzısıhha Enstitüsü Aşı Serum Üretimi Merkezi’ne yatırım yapılmaması, işgal altındaki İstanbul'da dahi aşı ihraç eden bir ülkeyi, aşı ithal eden bir noktaya geriletmiştir.
Günümüzde Türkiye’de aşı üretimi
Veteriner aşılar uzun yıllardan beri ülkemizde üretilmektedir. İlk olarak 1901 yılında Pendik Veteriner Bakteriyolojihanesi şimdiki adıyla “Pendik Veteriner Enstitüsü” sonra sırasıyla Ankara-Etlik, İzmir-Bornova, Samsun, Ankara Şap Enstitüsü, Adana, Konya ve Manisa Tavuk Aşıları Üretim Enstitüsü kurulmuştur.
Özel sektörün veteriner aşı üretimi yapmaya başlaması ise 1990 yılında olmuştur. Vetal,
Dolvet, Atafen ..
Beşeri Aşı gereksinimini karşılamak için ise yıllardan beri Sağlık Bakanlığı her yıl milyonlarca dolar harcayarak dış ülkelere ödeme yapmaktadır.
Bunca gecikmeye rağmen 2012 yılı itibaren Türkiye’de biyolojik/biyoteknolojik ürün üretimi sonunda başladı.
Arven, Abdi İbrahim, Albila Serum, Acıbadem Labcell Hc. Tedavi Ürt. Tesisi, Centurion, Cinnagen, Koçak, Turk İlaç, Nobel,Vetal Serum, Turgut, Atabay, Dem İlaç..
TÜBİTAK desteği ile yerli milli aşı kapsamında “Covid-19 Türkiye Platformu” kuruldu ve bu platform altında 25 üniversite, 8 kamu araştırma kurumu ve 8 firmadan toplamda 225 araştırmacı çalışma yürütüyor.
Umarız, Covid pandemisi ile birlikte başlayan beşeri aşı ve serum üretimi, üniversite ve araştırma kurumları ve ayrıca beşeri/veteriner aşı üretim tesislerinin katkılarıyla en kısa sürede başarılı sonuçlar alacak ve devam edecektir.
Ecz. Dilek SUNAR
Yazar Hakkında: Dilek Sunar, 1983 yılında İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nden mezun olmuştur. 1983 yılından itibaren Eczacıbaşı İlaç Fabrikası Levent ve Lüleburgaz tesislerinde 14 sene steril üretim şefi ve daha sonra GMP uzmanı olarak çalışmış ve 1997 yılında ayrılarak ICCE- Belçika firmasının Türkiye temsilciliğini kurmuştur. 2007 yılında temizoda HVAC validasyonu kapsamında TÜRKAK tarafından akredite olan ilk validasyon firması olabilmesi için çalışmaları yürütmüş ve tamamlamıştır. Dilek Sunar GXP, validasyon, eğitim ve danışmanlık konularında başta ilaç sektörü olmak üzere; tıbbi malzeme, elektronik, gıda sektörü ve hastanelere hizmet vermektedir. Academia Y.B.M.’nin de eğitim organizatörü ve eğitmenidir. ISPE, PDA, IEST organizasyon ve derneklerinin de aktif üyeliği ve Temizoda Teknolojileri Derneği’nde Yönetim Kurulu Üyeliği bulunmaktadır.
Linkedin: https://www.linkedin.com/in/ecz-dilek-sunar-46623936/