Dosya
Biyoteknolojik ve Biyobenzer İlaçlar ve Tesisler
12 Mart 2017, Pa
“Gelecek 10 yılda çok sayıda mevcut biyoteknolojik ürünün patent korumasının sona ereceği, biyobenzerlerin piyasaya girmesiyle biyoteknoloji sektöründe rekabetin artacağı belirtilmektedir. Biyobenzer ilaçlar, son 20 yılda eşdeğer ilaçların yapmış olduğu gibi, sürdürülebilir sağlık koruma sistemleri için fırsat sağlamaktadır.”
Namık Yener
Biyoteknolojik İlaçlar
Biyoteknolojik ilaçlar, “kontrollü gen ekspresyonu”, “antikor üretim metodları” ya da bir canlı hücresine ait genin, diğer bir canlı hücresine naklini mümkün kılan "rekombinant DNA teknolojisi" gibi biyoteknolojik yöntemler ile üretilen ürünlerdir. Bu teknoloji, vücudun kendi ürettiği doğal protein ve hormonların laboratuvar ortamında hücre kültürleri tarafından üretilmesine olanak sağlamaktadır.
Biyobenzer ürünler, referans biyoteknolojik ürünlerin versiyonlarıdır. Referans ürünlerin patent süresi dolduktan sonra üretilirler.
Ülkemizde de dünyadaki gelişmelere paralel olarak biyoteknolojik ilaçların üretimine geçilmesi zorunlu gözükmektedir. Biyoteknoloji alanı, özellikle uzun yıllara dayanan bir üretim kültürümüzün bulunduğu konvansiyonel ilaç alanına göre, birikimimizin göreceli olarak daha az olduğu ve yetkinliklerimizin hızla geliştirilmesi gereken alanlardır.
2006 yılında, biyoteknolojik ilaçlar, 58,5 milyar Euro’luk satış değeriyle dünya ilaç pazarının yaklaşık %12’sini oluşturmaktadır. Bu alanda çalışan firma sayısı yaklaşık 4.500, istihdam ise yaklaşık 200.000’dir. Sektördeki gelişmelerden, gelecek dönemde ilaç sektörü içinde bu ilaçların payının daha da artacağı ve bu ürünlerin endüstrideki rolünün güçleneceği açıkça görülmektedir.
Şu anda, sadece ABD ilaç pazarında 200 civarında biyoteknolojik ürün bulunmaktadır, 300 civarında ürün de klinik test aşamasındadır.
Biyoteknolojik ürünler; dünya ilaç pazarındakı yerini gittikçe güçlendirmektedir. 2000 yılında dünya ilaç pazarının %10’una sahip olan bu ürünlerin payları bugün %20’lere yaklaşmış durumdadır. Sentez kimyasıyla üretilen ürünler gittikçe azalmakta, birçok firma biyoteknoloji alanına girmek için adım atmaktadır.
2007 yılında, Türkiye’de biyoteknolojik ürünlerin, 421 milyon Euro ile reçeteli ilaç pazarının % 6,8’ini oluşturduğu tahmin edilmektedir.
Ülkemizde 50’ye yakın biyofarmasötik ilaç bulunmaktadır. Türkiye pazarındaki ürünlerin tümü ithaldir. Ülkemizde, henüz biyoteknolojik ilaç üretilmemekte ve biyoteknolojik ilaç üretmeye yönelik onaylı bir tesis bulunmamaktadır.
Avrupa’da ve ABD’de ilk biyoteknolojik ilaçların koruma süreleri yakın zamanda sona ermeye başlamıştır. Bu konuya büyük önem veren Avrupa İlaç Ajansı (EMEA) gerekli yasal düzenlemeleri, yayımladığı ürüne özel kılavuzlar ile yapmış ve devamında ilk ruhsatlarını vermeye başlamıştır. Avrupa’da ilk beş biyobenzer ilaç, 2006 ve 2007 yıllarında ruhsat almıştır.
Avrupa Birliği’ndeki mevcut idari yapı ve sonradan getirilen uygulamalar nedeniyle Avrupa, biyobenzer ilaçların gelişiminde ve üretiminde merkez haline gelmiştir.
Gelecek 10 yılda çok sayıda mevcut biyoteknolojik ürünün patent korumasının sona ereceği, biyobenzerlerin piyasaya girmesiyle biyoteknoloji sektöründe rekabetin artacağı da belirtilmektedir.
Biyobenzer ilaçlar, son 20 yılda eşdeğer ilaçların yapmış olduğu gibi, sürdürülebilir sağlık koruma sistemleri için fırsat sağlamaktadır. Biyobenzer rekabeti ile sadece 5 patent dışı biyoteknolojik üründe %20’lik düşük fiyatla gerçekleştiğinde bile AB’de yılda 1,6 milyar Euro’luk bir tasarruf sağlanabileceği ifade edilmektedir.
Yakın gelecekte, biyobenzer ilaçların, Avrupa pazarındaki payının artması ve bu ürünlerin hastalara ulaştırılma sürecinin hızlanması beklenmektedir.
Ülkemizde dünyadaki gelişmelere paralel olarak biyoteknolojik ilaçların üretimine geçilmesi orta vadede kaçınılmaz olacaktır. Bu doğrultuda, ulusal ilaç otoritesinin en kısa zamanda konunun uzmanları ile birlikte bu ürünlere özgü düzenlemeleri EMEA kılavuzlarına paralel olarak hazırlaması gerekmektedir.
Devletin bu alanda yapılacak tesislere karşı verdiği avantajlar aşağıda listelenmiştir.
I-V Bölge | VI Bölge | |
KDV İstisnası | + | + |
Gümrük Vergisi Muafiyeti | + | + |
Devletin Yatırıma Katkı Oranı % | 40 | 50 |
Teşvikten Faydalanma Dönemi (Yatırım/İşletme %) | 50/50 | 80/20 |
Kurumlar Vergisi İndirim Oranı % | 80 | 90 |
Sigorta Primi İşveren Hissesi Desteği (yıl) | 7 | 10 |
Yatırım Yeri Tahsisi | - | - |
KDV İadesi | + | + |
Gelir Vergisi Stopajı Desteği (yıl) | - | 10 |
Biyobenzer Ürünler
“Benzer Biyolojik Tıbbi Ürün”ün kısaltması olan biyobenzer ürünler, patentleri sona eren mevcut biyofarmasötik ürünlerin yeni versiyonlarıdır (çoğunlukla proteinler). Aynı temel genetik malzeme kullanılarak üretilirler ve güvenlik ve etkinlik açısından referans ürünle kıyaslanabilirliklerine göre onaylanırlar. Üretim değişikliklerine oldukça duyarlı olan canlı organizmalar tarafından üretilen büyük, kompleks moleküllerdir. Aksine, eşdeğer ilaçlar genellikle çok sabit bir proses olan kimyasal sentez yoluyla üretilen küçük kimyasal farmasötik ürünlerdir. Biyobenzer, Avrupa tıp kurumları tarafından kullanılan resmi bir terimdir, ABD terminolojisinde devam protein ürünleri (FOPP) olarak geçer.
Biyobenzer ürünlerin imalatları, saflıkları, formülasyonları ve depolanmaları açısından büyük proses zorlukları gösterir. Biyobenzer ürünün alıcı ile etkileşiminin referans ürünle kıyaslanabilir olduğunu göstermek gerekir. Bu şekilde, her ikisinin biyolojik benzerliği yalnızca laboratuvarda değil, aynı zamanda klinik çalışmalarda da belirlenir, bu adım klasik eşdeğer ilaçlar için gerekli değildir.
Biyobenzer Ürünlerin Önemi
2010’da birçok büyük biyofarmasötik ürünün patenti sona ermeye başlayacak, bu da biyobenzer rekabetine zemin hazırlayacak. 2010 yılına kadar, yeni onaylanan ilaçların %50’sine yakınının nihayetinde patent sonuyla karşılaşacak biyofarmasötik ürünler olacağı tahmin edilmektedir. Diğer bir deyişle, biyobenzer ürünler şirketler için çok önemli bir gelecek pazarıdır.
Biyolojik Ürün ve Üretim Süreci
Biyolojik ilaç, etken maddesi niteliğinin ve kalitesinin belirlenmesi için imalat süreci ve kontrolü ile birlikte fizikokimyasal biyolojik testler kombinasyonu gerektiren ve biyolojik bir kaynaktan elde edilmiş ya da ekstre edilmiş üründür. DNA teknoloji ya da hibridoma tekniği ile elde edilmiş proteinleri içeren biyoteknolojik orijinli medikal ürünlerin (biyolojik, biyofarmasötik veya biyoteknolojik) üretilmesi için bitki ve hayvan hücreleri, bakteriler, virüsler ve levür (maya) gibi canlı organizmalardan yararlanılmaktadır.
Biyolojik ilaçlar vücutta doğal olarak üretilen proteinin yerine geçerek/destekleyerek etkililiğini göstermesi nedeniyle avantajlı olarak görülmektedirler ve giderek artan sayıda hastanın biyolojik ürünlerle tedavi edildiği bilinmektedir. Bu grup ilaçların modern tıbbın başlıca onkoloji, enfeksiyon ve otoimmün hastalıklarının tedavisi başta olmak üzere hemen her alanında kullanıldığı ve yeni keşiflerin hızla devam ettiği bilinmektedir.
Biyoteknolojik ilaçlarla birlikte bilim insanları geçmişte tedavi edilemez denilen birçok hastalıkta tedavi şansı yakalayabilmektedirler. Biyolojik ilaçlara örnek olarak immünolojik ürünler, kan ürünleri, rekombinant DNA teknolojisi (prokaryotik ve ökaryotik hücrelerde), transforme memeli hücreleri de dahil olmak üzere biyolojik olarak aktif proteinlerdeki kodlayan genlerin kontrollü ekspresyonu, hibridoma ve monoklonal antikor yöntemleri ile elde edilen ürünler, ileri tıbbi tedavi ürünleri, etkin maddenin doğrudan kendisinden türetilmediği reaktifler; kültür ortamı, dana fetüs serumu, katkı maddeleri, kromatografi vb. verilebilir.
Konvansiyonel ilaçlar canlı hücrede genellikle bir veya birkaç prosesi etkilerken, epoetin gibi bir biyolojik ilaç rekombinant interferon’un 100’e yakın genle etkileşime girerek etkisini gösterir. Boyut olarak tipik bir biyolojik ilaç konvansiyonel ilaçlardan 100-1000 kat daha fazla büyüklüktedir.
Örneğin konvansiyonel bir ilaç olan Asprin 190 Dalton’a (Da) denk gelirken biyolojik ilaçlar 19,000 Da’dan (interferon-B gibi) 20,000 kDa boyutuna kadar ulaşabilmektedir .
Bu boyut farkı 1.80 m boyunda bir insanla 300 m uzunluğundaki Eyfel Kulesi’nin karşılaştırılmasıyla somutlaştırılabilir.
Biyolojik ilaçların yapıtaşları olan antikorlar bağışıklık sistemimizin üyesi olan B lenfositler tarafından üretilen ve vücudumuza giren antijen denilen yabancı maddelere karşı biyomarker gibi davranan proteinlerdir. Monoklonal antikor teknolojisi ile antikorların saf halde ve oldukça büyük miktarlarda üretilmesi olanağı vardır. Bu amaç için kullanılan yöntem, basitçe şöyle açıklanabilir: öncelikle, istenen antikorları doğal olarak üreten hücreler elde edilir. Daha sonra ise bu hücrelere sonsuz bölünme yeteneği kazandırılarak kültür ortamında, istenen antikoru üretecek hibrid (melez) hücreler geliştirilir.
Bu şekilde doğal hücreler, kültür ortamında birer antikor fabrikasına dönüştürülmüş duruma gelir. Örneğin, kemik iliğinde oluşan ve hücre kültüründe üretilmeye uygun olan bir tümör tipi olan myeloma, antikor üretme yeteneğine sahip olan dalak hücreleri İle kaynaştırıldıklarında, oluşan hibrid (melez) hücreler büyük miktarlarda monoklonal antikor üretebilir. Dolayısıyla bu şekilde, iki farklı hücre tipinin istenen özellikleri birleştirilmiş olur.
Biyolojik İlaçların Konvansiyonel İlaçlardan Farkları
Konvansiyonel ve biyolojik ilaçlar arasında yapı, etki şekli, üretim metodu, şekil, boyut, vücuda alınım yolları, hatta fiyat ve stoklama koşulları dahil birçok önemli noktada farklılıklar mevcuttur. Örneğin konvansiyonel ilaçlar tam olarak tanımlanmış bir yapıya sahipken, biyolojik ilaçlar kompleks ve heterojendirler. Konvansiyonel ilaçların standart formülleri olduğu için 3 boyutlu hale çevrilmelerindeki kolaylık üretimlerini kolaylaştırırken biyoteknolojik ürünler canlı hücreler ve farklı izoformların karışımından oluştuğu için karakterizasyonu zordur. Konvansiyonel ilaçlar fiziksel koşullara karşı stabil iken biyolojik olanlar çok hassastırlar ve bu durum bu ilaçların gerek eczaneler ve ecza depolarında gerekse hastalarca saklanmasında güçlük oluşturmaktadır.
Konvansiyonel ve biyolojik ilaç arasındaki diğer bir belirgin fark ise ilacın vücuda giriş yoludur. Konvansiyonel ilaçların çoğu oral olarak alınabilen kapsül veya tablet formundayken biyolojik ilaçlar enzimatik sindirime karşı olan hassasiyetinden dolayı enjeksiyon veya inhalasyon yoluyla vücuda girer.
Biyolojik ilaçların üretim prosedürü yukarıda sıraladığımız nedenlerden ötürü kompleks, uzun ve pahalı bir süreçten oluşur.
Biyolojik ürünler için karşımıza çıkan en önemli toksisite sorunu ise immünojenisitedir. İmmünojenisite, spesifik bir maddenin insan vücudunda antikor oluşturma kapasitesi olarak tanımlanır. Alerji, anafilaksi gibi genel immün reaksiyonların yanı sıra etkinin azalması (insülin, interferon alfa, interferon beta) veya artması (büyüme hormonu) söz konusu olabilir. Dolayısıyla ürün geliştirilme sürecinde immün cevabın tipi ve şiddetindeki değişiklik toksisiteye neden olan önemli bir etkendir.
Biyoteknolojik ve Biyobenzer Ürünlerin Üretileceği Tesislerin Tasarımları
Tasarım Kuralları
Farmasötik tesisler genellikle içten dışa doğru tasarlanır. Tasarımın ana kriteri kullanıcı ihtiyaçları ve gereklilikleri üstüne olmalıdır.
Tasarım esnasında yapının kullanım ömrü, değişikliklere uyum sağlama becerisi gerek binalar gerekse arazi yerleşimi açısından sürdürülebilir bir tesis yaratmak için mutlaka dikkate alınması gereken hususlardır, özellikle eğer müşteri uzun vadede biyofarmasötik konular dışında ürünlere yönelmek istiyorsa konu daha fazla önem taşımaktadır.
Eğer tesiste solid ürünlerin birlikte üretilmesi ya da farklı fason üretimler planlanıyorsa, GMP gereklilikleri ve tesisin bu gereklilikleri sağlama becerisi mutlaka değerlendirilmelidir.
Temel tasarım keşifleri ve teknik transfer esnasında öğrenilen bilgiler mutlaka birleştirilmelidir. Projenin ön tanım yaklaşımları, anahtar proje bilgilerinin hızlı aktarımı için büyük fayda sağlayacaktır.
Tesis tasarımı üç fazdan oluşmaktadır.
1. Konsept Tasarım
2. Basic (Temel) Tasarım
3. Detaylı Tasarım
Yapı tasarımı ve uygulama esnasında yukarıda bahsedilen her faz aşamasında risk ve güvenlik değerlendirmeleri mutlaka uygulanmalıdır.
Tesis Tasarımı
Tesis tasarımı, biyofarmasötik tesis operasyonunda hem görsel hem de işlevsel yönleri ile ele almalıdır.
Proses alanına ek olarak, tesis tasarımı ile entegre olan elemanlardan bazıları şunlardır:
- Yönetim ve sosyal alanlar,
- Güvenlik tesisleri,
- Kalite Güvence (QA),
- Kalite Kontrol (QC) Laboratuvarları; çevre testler, mikrobiyoloji laboratuvarları ve IPC laboratuvarlarını dahil edecek şekilde,
- Depo alanları; soğuk zincir operasyonları dahil edilecek şekilde,
- Downstream, fill-finish (Doldur ve Kapa) operasyonları,
- Proses ve bina servisleri, teknik besleme alanları dahil olacak şekilde.
Sürdürülebilir bir operasyon oluşturulabilmesi ve gelecekte oluşacak ihtiyaçların karşılanabilmesi için bu konuların birlikte anlaşılıp entegre edilerek düşünülmesi önemlidir.
Tesis Konseptleri
Proses tasarımı, tesisin geri kalanı için yapılan tasarımda gözden kaçan ince değerleri göstermek için önem taşır. Bu açıdan gerek tasarım tutarlılığı gerekse genel olarak güçlü bir tasarım çok büyük önem taşımaktadır.
Dikey, Basamaklı, Yatay
Dikey ya da yarı dikey (basamaklı) akış proses konsepti bakış açısından yatay akışa kıyasla genellikle gerekli olmaktadır. Bu durumun tesis tasarımı ve tesisteki diğer aktiviteler entegrasyonu örneğin depolama, vb. üstünde önemli bir etkisi olmaktadır. Bu durum gelecekteki tesis büyümesini de etkileyebilir.
Arazi Dışındaki İnşai İşler
Bu durum aynı zamanda modüler, tek katlı ya da skid temelli inşaat olarak da adlandırılabilir. Arazi dışı inşaat işleri geleneksel inşai tekniklere nazaran alternatif sağlamaktadır.
Bu teknikleri kullanmak, inşaatın kontrollü bir ortamda gerçekleşmesini ve inşaat alanındaki hava koşullarından etkilenmeden sürdürülebilmesini sağlamaktadır. Bu tekniklerin tipik faydaları:
- Daha iyi kalite,
- Genel iş süresinde kısalma, şantiye alanındaki iş süresi kısalması da dahil,
- Gelecekte daha rahat büyüme imkanı,
- Hava koşullarına daha az bağımlılık,
- Tekrar edilecek işlerden dolayı maliyette azalma imkanı.
İnşaat alanı dışında bağlantılı modüler sistemler temizlik, uygunluk ve kısaltılmış iş süresi sayesinde maliyeti etkin kullanma imkanı sağlar. Tasarım ekibi (özellikle mimari ve inşai disiplinler) tasarımın başında modüler bir yaklaşım izlemelidir.
Akışlar ve Etkileri
Tesis içi akışlar GMP ve yönetmelikler açısından önemlidir. Tesis içi akışlar arazi akışları ile ilişkilendirilirken tasarım planı ve özellikle master plan aşamasında disiplinler arası anlaşmaya uygun olmalıdır. Bir arazinin akış karakteri, operasyonun ekonomikliği ve verimliliği açısından malzeme, personel, atık ve numune akışları olarak değerlendirilmelidir.
Nispeten küçük biyofarmasötik tesisler ve dönüştürülmüş tesisler için özellikle kapalı ya da sürekli prosesler için alan kısıtlamaları göz önüne alınmalıdır. Arazi içi akışlar, GMP ve yönetmelik gerekliliklerine uygun şekilde korunaklı olmalı ve güvenliliği sağlamalıdır. Örneğin, master tohum/hücre bankaları, ticari, operasyonel, ya da biyogüvenlik risklerini ulaşım, güvenlik açısından indirgemek için kullanım alanlarına yakın konumlandırılmalıdır.
Kapalı proses açısından her bir akışın verimli ve güvenli bir rota izleyerek ürünü riske atmadan dolaşması için analizler yapılmalıdır.
- Personel akışları:
o Dış kıyafetler
o Tesis içi elbiseler
o Münferit alanları için giyilen elbiseler
o Depo kıyafetleri
o Bakım kıyafetleri
o Personel koruma ekipmanlarının yerleri
- Malzeme akışları:
o Upstream
o In-proses gerçekleştirilen alanlar
o Downstream
o Fill / finish’ten depoya
- Malzemelerin depodan kullanım alanlarına buffer ve medya akışları
- Ekipman bakım akışları:
o CIP değerlendirilmesi
o Yerinde yapılmayacak olan temizlik değerlendirilmesi
Mimari ve yapısal arazi anlayışı içinde akış formatında oluşan değişikliklere uygun tepkiler verilmesi gerekmektedir.
Tesisin Araziye Yerleştirilmesi
Master Planlama
Master planlama, arazinin ya da tesisin güncel ve gelecekteki genel ihtiyaçlarının değerlendirilmesidir. Değişen ürün tedarik gerekliliğine cevap verecek esneklikte olmalıdır. Master planlama, bir operasyonun iş planlama hedeflerini, arazi ve operasyon planlarını yansıtmalıdır.
Biyofarmasötik / Aşı Tesis Tasarımı ile İlgili Kriterler
Master plan yapma ihtiyacı operasyonun büyüklüğü ile ilgilidir (devam eden ya da planlanan). Farmasötik üretimin tüm aşamaları ile ilgilenen bir üretim tesisi, bu tesisin tüm elemanlarını mantık çerçevesinde birbirleriyle ilişkilendirmelidir. Var olan tesisler için, bir arazi gereklilikten dolayı geliştirildiyse, tüm arazi içi operasyon üretim ve yönetim maliyeti açısından gözden geçirilmelidir.
Biyo-Güvenlik ve Güvenlik Hususları
Biyofarmasötik tesislerin konumlandırılmasında yerel otorite tarafından beklentiler mutlaka göz önüne alınmalıdır. Yerel politik durumlara bağlı olarak tesislerin ciddi güvenlik önlemlerine tabi tutulması gerekebilir. Bu konular ile ilgili önlemler tasarım aşamasının erken safhalarında anlaşılıp gerekli koruma, ulaşım ve tesis konumlandırması konuları açısından uygulanmalıdır.
Tesis Büyüklüğü ve Tasarım ve Konsept Üstüne Etkisi
Mevcut tesisler ve araziler sürekli prosesler sebebiyle, özellikle büyük hacimli geçişler söz konusuysa, değerlendirme neticesinde küçülme gösterebilir. Titrelerdeki önemli artışlar, aynı ürün geçişlerinde ekipman büyüklüklerinde azalmaya sebep olur. Küçük nispette yüksek hacimli proses modüllerinin upstream ve downstream operasyonları üstünde orantısız etkileri olabilir ve bu etkiler arazi planlamasında ciddi sonuçlar doğurur.
Zarf / Bina Kabuğu Tasarımı
Bina kabuğu tasarımı tesisin dışarıdan nasıl algılandığının en büyük kaynağıdır. Öncelikli görevi binayı çevresel etkilerden korumak olmalıdır.
Yerel durumlar zarf tasarımına yaklaşımı yönlendirmelidir. Bu da sonucunda görsel bir etki doğuracaktır. Biyofarmasötik üretim tesislerde etkileyici bir görsellik beklentisi olmaktadır.
Bir yapının en az 30 yıl süresince kalacağı düşünülmelidir ve kabuk tasarlanırken bu göz önünde olmalıdır. İncelenmesi gerekli konulardan bazıları:
- Kabuk çevresel koşullara doğru yanıt verebiliyor mu? Örneğin:
o Yüksek miktarda yağış alan bölgelerde düz çatı ve parapet mantıklı mıdır?
o Kısa vadede fayda sağlayan şeyler cepheyle entegre edilmeli midir?
o Güzel duracak mı?
o Emiş, atış ve dışarda kalan boruların konumları nedir?
o Tesiste kıyafet değiştirme incelendi mi?
o Bakım yapmaya ne kadar elverişli ve güvenli?
o Büyüme ve genişleme için gerekli ek alan mevcut mu?
Bu örnekteki gibi iyi görünen ve çalışan tesisler uzun vadede ciddi maddi yük getirebilirler.
Modüler Tasarım
Bina kabuklarına modül entegre edilirken ya da tamamen modüler bir yapı yaratılırken etraflıca düşünülmeli ve gözden geçirilmelidir. Bu yapı teknolojisinin getirdiği avantajlar ve kısıtlamalardan bazıları aşağıdaki gibidir:
- Kontrol ölçüleri sağlanmalıdır: tekrarlı işlerin avantaja çevrilmesi için yapı boyunca en az düzeyde ölçü esnekliği olmalı, aynı ölçüde elemanlar tercih edilmelidir.
- Farklı sistemler farklı modüler ölçüler gerektirebilir, bu sebeple tasarım esnasında ölçülendirme çok dikkatli yapılmalıdır.
- Modüllerin fabrikadan üretilip tesise nasıl taşınacağı ve monte edileceği dikkatle tasarlanmalıdır. Ulaşım yöntemleri doğru seçilmelidir örneğin:
o Yol kısıtlamaları ve yükseklik engelleri,
o Gemi yükleme ölçüleri ve vinç kapasiteleri,
o Hava ulaşım sınırlamaları, büyüklük ve ağırlıklar değerlendirilmelidir.
- Modüller arası bırakılacak toleranslar:
o Proses boru bağlantıları için gerekli ölçüler
o Elektrik ve data kablo tepsilerinin yatay bağlantıları
o Vana bakımı için yeterli erişim alanı
o Gelecekteki işler için yeterli esneklik ve uyum imkanı
Modüler tasarım kararı alındığı durumda birincil tasarımdan - tercihen konsept tasarım - itibaren detaylı uygulama planı çizilmelidir. Hangi proses ekipmanlarının kullanılacağı, tasarımları, teknik altyapı gereklilikleri, montaj yöntemleri, tesisi nasıl etkileyecekleri iyi şekilde incelenmelidir.
Müteahhitlerin seçimi detay tasarımını da içerecek şekilde erken planlanmalıdır.
İnşaat Konuları
İnşaat ile ilgili alınacak kararlar hem tesis tasarımı uygulaması ve güvenliğinde hem de sonraki kullanımında önem teşkil eder. Tesislerde gerekli özelliklerin bazıları aşağıdaki gibidir:
- Esneklik, uyum ve genişleme
- Bakım ve değiştirme için ekipman ulaşımı
Bir biyoüretim prosesi yalnızca beş yıl kullanım için bir binaya kurulabilir. Bir tesis önemli bir yatırım gerektirir ve uzun dönem baz alındığında başka amaçlar ile kullanım da düşünülmelidir.
Bir tesisi daha iyi bir yatırıma çevirmek için bazı örnekler:
- Zemin şapı inşaatı farklı yükleri kaldıracak şekilde yapılmalıdır. Bu sayede farklı kazanları farklı alanlara taşıma imkanı doğacaktır. Bu küçük bir yatırım olmakla birlikte uzun vadede önemli getirisi olabilir.
- Zemin boyunca devam eden bir transfer düzeneği düşünülmelidir, bu konu yükleri ve üst kat şaplarında doğacak titreşim konuları açısından önemlidir. Gerekli durumlarda yerel ya da yere spesifik destek yapıları yapılabilir. Gelecekteki büyüme seçenekleri düşünülerek başta alınacak kararlar doğru seçilmelidir.
- Teknik genişleme için gerekli yer düşünülmelidir. Gelecekteki teknik ihtiyaçlar ve farklı ürün gereksinimleri düşünülmelidir.
- Farklı ekipman tipleri için giriş-çıkış yolları planlanmalıdır. Demonte edilebilen duvarlar ve zeminler hesap edilmelidir.
Çok katlı bir yapı ele alındığında, yapının esnekliği ve adapte olma yeteneği yapısal statik yükleme ve kolon dağılımlarına bağlıdır. Ticari binalardaki yapısal dağılımlar 30 yıl öncesinin klasik 6m x 6m aralığından günümüzde 7.5m x 7.5m, hatta zaman zaman 9-10 m.lik yayılım aralıklarına kadar ilerlemiştir. Yeni biyofarmasötik tesisler 30m’ye 40m dağılım içerisinde maksimum esneklik prensibi ile tasarlanmaktadır. Elbette öncelik güvenlik olmalıdır.
İnşaat Malzemeleri
Genellikle coğrafi konum ve yerel imkanlar ve olanaklara bağlıdır. Çoğunlukla çelik ya da betonarme (pre-kast ya da döküm) yapılar kullanılmaktadır, zamanla kompozit malzeme kullanımı artmaktadır. Şantiye dışında ya da modüler yapılardan uzakta üretim imkanı sağlayarak yüksek tolerans kullanımına imkan verir. Enerji tasarrufu için yüksek izolasyon gereklilikleri modüler izolasyonlu panel sistemlerini gerek duvar kaplamalarında gerekse tavan kaplamalarında kullanılabilir duruma getirmiştir. Çalışma alanı gereksinimleri ve kuralları, camlı alanları hem iç hem dış alanlar için beklenti haline getirmiştir.
____________________________
Yazar Hakkında
Namık Yener 1956 yılında Samsun’da doğdu. İstanbul Devlet Mimarlık Mühendislik Akademisi’nde (Yıldız Teknik Üniversitesi) elektrik mühendisliği, İstanbul Üniversitesi’nde ise işletme eğitimi aldı. Uzun yıllar ilaç sektörünün çeşitli yönetim kademelerinde edindiği tecrübelerin ardından Yener & Yener Mühendislik Danışmanlık ve Taahhüt Şirketi’ni kurdu. Halen şirket bünyesinde çalışmalarına devam etmektedir.